25 Eylül 2015 Cuma

BES'te yeni dönem 1 Ekim'de başlıyor

Bireysel Emeklilik Sistemi'nde birikimleri bulunanlara emekli olduklarında ömür boyu aylık ödenmesine olanak tanıyacak yıllık gelir sigortası uygulaması 1 Ekim'den itibaren hayata geçecek.

Bireysel Emeklilik Sistemi'nde (BES) birikimleri bulunanların emekli olduklarında ömür boyu aylık almalarına olanak tanıyacak yıllık gelir sigortası uygulaması 1 Ekim'den itibaren başlayacak.

AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Hazine Müsteşarlığının 1 Nisan 2015 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Yıllık Gelir Sigortaları Yönetmeliği 1 Ekim'den itibaren yürürlüğe girecek.

Yönetmelik çerçevesinde, yıllık gelir sigortası sözleşmesi imzalamak isteyen sigorta ve emeklilik şirketleri Müsteşarlığa yazılı başvuru yapacak. Söz konusu şirketlerin, yıllık gelir sigortası sözleşmelerine ilişkin yükümlülüklerini karşılamaya yeter düzeyde varlık bulundurmaları gerekecek.

Yıllık gelir sigortası ürünlerine ilişkin tarife ve varsa kar payı teknik esasları ile bu esaslara ilişkin değişiklikler herhangi bir onaya tabi olmaksızın, şirketler tarafından uygulanacak. Tarife teknik esaslarında ölüm tablosu kullanılacak. Şirketler, tabloda sigortacılık prensipleri dahilinde ihtiyatlı bir şekilde değişiklik yapabilecek.

ZAM ORANLARI ENFLASYONUN ALTINDA OLAMAYACAK

56 yaş ve üzeri kişilere Türk lirası cinsinden tek prim karşılığında, ömür boyu irat ödeyen yani tasarruf sahibi açısından aylık olarak nitelendirilebilecek ürünler sunulacak. Ödemeler hemen başlayabilecek veya en fazla 5 yıl ertelenebilecek.

Aylık tutarı, başlangıçta ölüm düzeyi tablosu, teknik faiz oranı ve ürünün diğer özelliklerine göre hesaplanacak ve her takvim yılı başında en az TÜFE oranında arttırılacak.

Aylık ödeme süresince veya ödemelerin belirli bir süre ertelendiği ürünlerde erteleme dönemi içerisinde sigortalının vefatı halinde lehtara vefat tazminatının ödendiği ya da süreli veya ömür boyu aylık bağlandığı ürünler sunulacak ve sigorta ettirenin isteğine bağlı olarak söz konusu teminatları içeren sözleşmeler yapılabilecek.

56 YAŞIN ALTINDAKİ KİŞİLERE SUNULABİLECEK ÜRÜNLER

56 yaşın altındaki kişilere, Türk lirası veya yabancı para birimi cinsinden tek ya da taksitli prim ödemeleri karşılığında hemen veya belirli bir süre sonra başlayan, belirli tutarlarda veya TÜFE dahil bir varlık ya da varlık grubuna endeksli olarak ömür boyu veya belirli bir süre için aylık ödeyen, isteğe bağlı olarak sigortalının vefatı halinde lehtara; vefat tazminatının ödendiği ya da süreli veya ömür boyu aylık bağlandığı ürünler sunulabilecek.

Kar payı dağıtılması taahhüt edilen ürünlerde, kar payı tutarının bir kısmının veya tamamının irata çevrilmesi, cari veya müteakip irat ödemelerine eklenmesi, defaten ödenmesi ve benzeri seçenekler söz konusu olabilecek. Kar payı tutarının bir kısmının veya tamamının irata çevrilmesi durumunda, sigorta süresi ve ürünün diğer özellikleri dikkate alınarak, şirketçe belirlenen oranda teknik faiz kullanılacak.

KESİNTİLER

Başlangıçta tek prim şeklinde ödenen toplu paradan veya taksitli prim ödemelerinden ya da yapılan aylık ödemelerinden ve sözleşme süresi içinde yapılan ek prim ödemelerinden en fazla yüzde 2 kesinti yapılabilecek.

Kar payı dağıtılması taahhüt edilen ürünlerde, matematik karşılıkların yatırıma yönlendirilmesinden elde edilen getiri üzerinden yapılan kesinti ise yüzde 10'u geçemeyecek.

Sigortadan ayrılma halinde matematik karşılıklar üzerinden, sigorta sözleşmesinde geçirilen süreye ve şirketçe belirlenecek diğer unsurlara bağlı olarak değişen erken ayrılma kesintileri uygulanabilecek.

TASARRUF SAHİPLERİNİN YÜZDE 93,5'İ 56 YAŞIN ALTINDA

Emeklilik Gözetim Merkezi verilerine göre, 11 Eylül itibarıyla BES bünyesindeki 5 milyon 725 bin 775 bin katılımcının toplam 39 milyar 408,4 milyon lira birikimi bulunuyor.

25-44 yaş arasındaki tasarruf sahipleri, toplam katılımcıların yüzde 66'sını, 45-55 yaş arasındaki kişiler yüzde 21,27'sini, 56 yaş ve üzerindekiler yüzde 6,5'ini, 25 yaş altındakiler yüzde 6,19'unu oluşturdu. Buna göre, 56 yaşın altında olan tasarruf sahiplerinin oranı yüzde 93,5 olarak hesaplandı.

Alıntı:
http://www.ajanshaber.com/beste-yeni-donem-basliyor-haberi/301720

15 Mart 2015 Pazar

Bir kriz Türkiye için nasıl yıkım haline getirildi

Doç. Dr. Volkan Alptekin, döviz-faiz-enflasyon tartışmalarında, Tansu Çiller dönemindeki bir krizi hatırlattı...

Celal Bayar Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekan Yardımcısı, Ekonomi ve Finans Bölüm Başkanı Doç. Dr. Volkan Alptekin’in Sabah’ta yayınlanan yazısında bir dönem Türkiye’de yaşanan krizin çarpıcı boyutları bir kez daha gözler önüne serildi. İşte o yazı…

Uzun zamandan bu yana siyaset kurumu ile Merkez Bankası  (MB) arasındaki görüş ayrılığı çok net bir şekilde kamuoyunun gözü önünde gittikçe uçlaşan bir şekilde ilerlemekte. Bu tartışmanın odağında da enflasyon ile faiz arasındaki ilişkinin yönü oturtulmakta. Yani siyaset kurumu tarafından faizin enflasyona sebep olduğu iddia edilirken, para politikalarının yürütülmesinden sorumlu olan MB tarafından ise enflasyonun faize sebep olduğu kabul edilmektedir. Pek tabi para politikaları anlamında ekonomi gemisinin dümeninde MB yer alığından rotayı da MB çizecektir. Tabi burada ekonomi yönetimi ile uyumlu bir şekilde ilerlemek piyasaya önemli mesajlar verebilmek anlamında da çok önemli bir yerde durmaktadır. Her ne kadar MB tayin edilen para politikası amaçlarına ulaşmak için kullanılan araçları seçmek ve uygulamak anlamında “bağımsız” olsa da piyasalar için “istikrar” oldukça önemli bir anahtar kelimedir.

Taraflar arasındaki tartışmanın boyutu o kadar alevlendi ki; medyanın neredeyse her gün Merkez Bankası Başkanı'nın istifa edebileceğine ilişkin haberlerle manşete çıkması istikrar ortamının tekrar gözden geçirilmesine ve döviz kuru ile ülkenin risk priminin yükselerek bir üst faza geçilmesine neden olmaktadır. Buraya bir virgül koyarak tarihin tozlu sayfalarında geriye doğru bir seyahatle 1990’lı yılların başına gidelim. Burada bizi karşılayan tüm anaçlığıyla Başbakan Tansu Çiller, mevzu yine yüksek reel faiz. Her şey 1993 yılının Kasım’ında Başbakan Tansu Çiller’in bu kez devlet borçlanması için yapılan ihaledeki %80 faiz oranını çok benzer bir motivasyonla fazla bularak (faiz nedendir) söz konusu borçlanma ihalesini iptal etmesiyle başlamıştı. Uluslararası finans kapital ağlarını Türkiye için örmeye başlamıştı. İlk olarak adını çok yakından bildiğimiz bir kredi derecelendirme kuruluşu olan Moodys sahne aldı ve Türkiye’nin kredi notunu cari işlemler açığının tehditkar boyutta olduğu ve kamunun borç finansmanının bozulduğu gerekçesiyle düşürdüğünü ekonomi kamuoyu ile paylaştı. Nihayet krizin işaret fişeği de ateşlenmişti. Ne yaptığının bilincinde olan finans kapitalin sermayecikleri daha muhteşem bir dönüş için oluk oluk ülke dışına çıkmaya başlamıştı. Tabi bu arada eline fırsat geçen ve ekonomi bilimi de bir ülkeye ders verircesine tüm mekanizmalarıyla süreci işletiyor ve krizi Türkiye için bir yıkım haline getiriyordu. Döviz fırlamış, bankalar arası piyasada faiz oranı %150 düzeyine çıkmıştı. İşte böylesine 1993 Kasım’daki borçlanma ihalesinin iptaliyle kesintiye uğrayan borçlanma süreci, 28 Ocak’ta yaklaşık 2 aylık bir süre içinde devlet borçlanması için yeni bir ihalenin toplanmasıyla nihayete eriyordu. Tabi burada kabul edilmek zorunda kalınan faiz oranının %140 olması, Tansu Çiller komutasındaki tüm ekonomi yönetiminin artık ünlerini Türkiye Ekonomisi kitaplarına taşımasına neden olacaktı. Eskilerde bir deyiş vardır; “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldur.” Dün yaşanan tartışmanın ve dayatmanın Türkiye için yalnızca ekonomik değil toplumsal olarak da travmatik bir yanının olduğu gerçeğini sürekli aklımızın bir kenarında tutarsak yaşayabilmek için kandan bile beslenebilen bir yapı üzerine inşa edilen uluslararası finansal mimarinin dehlizlerinde kaybolmadan aydınlığa çıkabiliriz.

Bugünün tartışmasını Türkiye ekonomisi laboratuvarındaki “Tansu Çiller İnatlaşması” deneyiminden hareketle yorumlamak gerekirse; Evet faiz bir sonuçtur; “Üretmeden tüketmenin bir sonucudur”, “Yurtiçi tasarrufların yetersizliğinin bir sonucudur“, “Tasarruf ithal etmenin bir sonucudur”, “Döviz gelirlerinin yetersizliğinin bir sonucudur”, “Ülkenin dış ticaretindeki yapısal dengesizliğin bir sonucudur”, “Sermaye biriktirememenin bir sonucudur”, “Kalkınamamanın bir sonucudur”, “ Siyasi-ekonomik istikrarsızlığın bir sonucudur”, “Ülkenin risk priminin bir sonucudur”, … Söz konusu edilen yapısal sorunların ihmal edilip yalnızca I = I0-bi denklemindeki gibi yatırım ortamının tek determinantı olarak algılandığında ve hedeflendiğinde, Evet faiz bir nedendir; “Krizin nedenidir“, “İstikrarsızlığın nedenidir”, “Döviz kurunun aşırı oynaklığının nedenidir”, “sermaye çıkışının nedenidir”, “Yıkımın nedenidir”…
Böyle düşünüldüğünde maalesef siyaset mekanizması ile var olmak zorunda olan ekonomi yönetiminin belli dönemlerde rasyonel olmayan bir rotada ilerlemesinden toplumun tüm katmanlarının olumsuz etkileneceği aşikardır. Burada emniyet freni olarak devreye girmesi beklenen toplumsal duyarlılık ve toplumsal kaygı hislerimizi kiraya verdiğimiz için kullanamadığımızdan dolayı bu tartışmanın bedelini toplum olarak ağır ödeyeceğiz gibi.

Alıntı:
http://www.borsagundem.com/makro-ekonomi/bir-kriz-turkiye-icin-nasil-yikim-haline-getirildi-666307.htm

10 Ocak 2015 Cumartesi

The ONE Awards - 2014


Marketing Türkiye’nin Akademetre işbirliğiyle “İtibar ve Marka Değer Performans Ölçümü” araştırmasını temel alan “The ONE Awards” Bütünleşik Pazarlama Ödülleri, sahiplerini buldu.

 Araştırmada sektörlerine göre itibarını en fazla artıran marka ve kurumlar; holdingler arasında Koç Holding, gıdada Ülker, e-ticarette Gittigidiyor.com, beyaz eşyada Beko, telefon operatörleri arasında Avea,  bankacılıkta İş Bankası, otomotivde Toyota, kozmetikte Avon, içecekte Pınar, elektronik/teknolojide Samsung, tekstil/giyim kategorisinde LC Waikiki ve ev temizliğinde Bingo oldu.

Alıntı:
http://www.zaman.com.tr/ekonomi_en-itibarlisi-koc-ve-ulker_2269913.html